Kıpırtısız bir boşluğa koyarsın
alnını günde beş vakit. Secdenin alnını nereye değdirdiğinden
habersizsin. Gösterişsiz bir yöne dönersin yüzünü; ışıktan yolları
yoktur şehrin kıblesinin. Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü
bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her
tahiyyatta... Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin
edemiyorsun, aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun. Adını
bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun
sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun.
Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı
kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun. Şimdilik hece hece
tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin pek
az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının
dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun.
Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök
seccadene…
Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden..
Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında… De ki “ben
buraya razı değilim!”
Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın
arefesinde.. De ki “ben sonsuzluğa adayım!”
Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını
sonsuzluğun başına taşı.
Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niye/t ettiklerinin
seni kurtardığını anla..
Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ
gibi..
Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz
ettiğin ruhunu..
Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin
dostum. Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin.
Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin.
Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu? Hiç olmazsa onu al
yedeğine? Sana müşfik bir vaize olsun…Pişmanlık değil
midir bizi en çok büyüten? Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine
attığı sızıları kaybetme lütfen.. Bu bize lazım.. Hep lazım..
İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep... İçimizdeki hüzün
yol göstersin bize. Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin
rahmet dergâhına bitiştirsin secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin
kucağına akıtsın yakarışlarımızı.
“Din sadeliktir” der peygamberimiz [asm].. Bu
zamanda beş vakit namazı bir kenara koyup, aradaki vakitleri de
namaz beklentisi içinde yaşaman yeter... Tesbihatını yapabildiğin
kadar yap; “subhanallah”ı,
“elhamdulillah”ı, “allahuekber”i
dilinden kalbine indirmeye çalış. Sakın telaşlanıp kendini altından
kalkılmaz dil kalabalıklarına, binlerce binlerce ezbere mahkûm
etme daha baştan… Önce durul, namazın sükûnetini
dinle...
Çevreni temiz tut
Çevreni temizle. Namaza kalktığın zaman, yeryüzünün bütün
gürültülerini sustur, işleri durdur, yollardan ayrıl, kenara çekil.
Ruhunun yanına park et, kalbinin ahengsiz çırpınışlarına mola ver.
Kapat kapıları; başkalarını alma içeri; dudaklarını kapat yalana,
boş söze... Lüzumsuzlukları terk et, silkele üzerindeki şehrin
görünmez tozlarını, cebinden boşalt sahte paraları, elini göğsüne
sokup alıp verdiğin nefesi, kâinatın o en eşsiz, en görkemli
ahengini farket.
Yüzünü fenaya çevirmekten, ümitsizliğin karanlıklarında
tüketmekten, gözlerini harama bakmanın kirinden, dilini
yalanı/yanlışı dillendirmekten, dudaklarını boş sözlerin tozundan
yıka, temizle. Ellerini şerre alet olmaktan yıka. Başını şu fani
dünyada Rabbinin aziz bir misafiri olma şerefiyle meshet.
Topuklarla birlikte ayaklarını da dünyadan yıka; seni
yükselteceğini sandığın şeyleri ayaklarının altından çek. Namazın
eşiğinde doğrul yeniden. Orada En Sevgili’nin en çok
sevdiği halde olduğunu hatırla. Orada En Sevgili’nin en
çok sevildiği hale büründüğünü bil. Kâinatın sahibinden, kalbini
kudret elinde evirip çeviren Rabbinin en sıcak, en taze aferinini
alıyorsun şimdi. Duyuyor musun?
Bedenini pak eyle...
Bedenini, elbiseni, namaza durduğun yeri temizle. Güzel bir
kokuyu koklar gibi bedeninden sıyrıl, teninden ruhuna taşın.
Mevki ve makamını yansıtan her türlü elbiseyi çıkar üzerinden.
Irkınla övünmeyi bırak, kavminden ayrıl, ülkeni terket, varsa,
müdürlükten istifa et. Sadece seccadenin yöneldiği yere yönel;
bulunduğun yerin ihtişamından sıyrıl. Sadece yüzünün döndüğü
yerde ara itibarını, kalbini Kâbe’nin eteğine bırak. Kıbleyi
bulduğunda, başka türlü endişelerden yüz çevir. Her yanını saran
kaygıları, korkuları, hüzünleri, abdest suyunun alıp götürmesine
izin ver. Dağılan gönlünü geri topla, uçurduğun huzuru geri çağır.
Gamı sil göğsünden, dünyalıkları yıka elinden, benliğini düşür
yakandan. Öylece temizlen....
Ayıplarını kapat..
Her mescide gelişinde “güzel elbiselerini giyerek
gel” (el-A'râf, 7/31) Ne kadar örtünürsen örtün, kendini
Rabbinden gizleyemezsin. O bilir içinin içindekini. O bilir niyetini. O
bilir kendine sakladığını ve kendinden sakladığını. Başkalarına
görünür olmak için kılma namazını. Başkalarının gözlerinden kaç.
Başkalarının takdirinden uzaklaş. Niyetinin vadisine koy kalbini.
Rabbe yöneldiğin köşe, kendini başkalarından gizlediğin yerdir.
Rabbine yüzünü çevirdiğin seccade, kendi kendine kaldığın
demdir.
Nedir avret, ne demek avret yerini örtmek? Göründüğün gibi
olamadığın kadar ayıpların var, göründüğünden geri kalan her
oluş avret yerindir senin. Şimdi herkesin takdirinden uzak, tüm
vitrinlerin parıltısına küs, her türlü gösterinin uzağında,
seccadenin kuytusunda iken, kendi kendine sarılmışken, elini
elinin üstüne koyup kendini kuşatmışken, yüzünü fanilerden
dönüp sonsuza çevirmişken, diz çöküp benliğini büyüklemekten
vazgeçmişken, eğilip doğru olmaya azmetmişken, secdede
varlığını sıfırlayıp kendini aşmışken, avret yerlerini ört; yani,
kendine sakladığın, kendinden sakladığın eksiklerini, ayıplarını,
kusurlarını, herkesten gizlediğin hallerini yok et, ört. Herkesin
huzurunda hesap verecek, kimseden utanmayacak bir hâl
elbisesine bürün.. İki yakanı bir araya getir; olduğun hali
göründüğün hale yanaştır. Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine
yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle. Dikiş tutmuyorsa
şayet, söylenmeyi bırak, sus, kalbinden geçmeyeni diline
değdirme...
Kalbini kıbleye bırak...
Kalbini çokluğun perçemlerinden kurtar... Seni dünyaya doğru
çekiştiren cezbeleri düşür yakandan. Seni yokluğun kuyusuna
çeken kaygılardan uzaklaş. Seni uzaklara savuran rüzgârları
sustur. Ruhunu ayrılıkların uçurumuna sürükleyen hüzünleri sil.
Dünün hüzünlerinden yüz çevir. Yarının korkularını unut.
An’ın içinde var et kendini yeniden. Yüzünün her
noktasına her an rahmetinin güneşini değdiren Yaradan, kutlu
nazarında ağırlıyor seni. Tebessümlerinin en güzel en tatlı hediye
olduğunu söyleyen En Sevgili, âşinası olduğun, sıcağını özlediğin
yüzlere çeviriyor yüzünü. Her şeyin alçaldığı, her işin
meyvesizleştiği, her yüzün kirlendiği bu çağda, kıble kalbinin
adımlayacağı kırmızı halı gibi serildi önüne. Seni özel eyleyen, seni
biricik bilen Rabbinin rızasına yönel. Şehrin telaşlarını, dünyanın
çekip çekiştirmelerini, günübirlik sevdalarını kıblenin kırmızı
halısına adım atar atmaz uzaklara at. Kalıbını tuttuğun gibi,
kalbini de tut kıblede. Her secdede Kâbe’ye değdir alnını.
Yöneldiğinde, Kâbe’nin analık ettiği nurlu sütunun önünde
ağırlanan aziz bir misafir bil kendini.
Vakti kaçırma...
Vakte dikkat et... Sabahın buğusunu değdir göğsüne,
yapraklarında taze şebnemler ağırlayan bir gül gibi aydınlığa
uyan. Göz kapaklarını araladığında seni nice aldanışlara düşüren
düşlerden uyandığın gibi gönlünü de aç ki kalbinin ufkuna nice
muştu güneşleri doğsun. Ellerinde dualar kelebekler gibi uçuşsun.
Kimliksiz, isimsiz, önemsiz bir nutfenin ana rahmine tutunup
insan olmaya yolculanması gibi, sen de var-yok arası varlığını,
vefasız dudaklar arasında silinmeye ayarlı adını, bir mezar taşının
insafına kalacak hatırını, Rabbinin rahmet kucağına bırak...
Dünyanın güneş gibi başına dikilip sözüm ona sahiciliğini,
kalıcılığını sımsıcak kalbine düşürdüğü öğle vakitlerinde,
telaşlardan sıyrıl, oyunlardan uzaklaş.. Ellerini kaldır tekbire,
O’nu büyüklerken başka her şeyi küçük bil. Önemini
O’na yönelmekte bil. Şimdilik burada olduğunu, ama
‘şimdilik’ olduğunu hatırla... Terkedeceğin
gölgelerde, seni terkedecek gölgelerde oyalanma.. Bir tekbir ile
dünyayı arkana at. Elinin tersiyle geride bırak gündelik sevdaları...
“Oynamıyorum!” de. Seni herkesle ve her şeyle
buluşturacak Rabbinin sılasına yönel. Yol açık, yola çık...
Gölgen uzadığında yeryüzündeki varlığının da azaldığını hatırla.
Ne çok hatıran varsa, o kadar az ömrüm kalmış demektir... Gölge
gibidir yaşanmışlıklar; onlar ardın sıra uzanıp çoğalırken ömürden
nasibinin azaldığını haber verirler. Gölgelerin uzadığı ikindinin
hüznüne, ihtiyarlığın habercisi gibi bak.. Şakaklarına kar yağan
adamların toprağa yönelen yüzlerini giyin... Bedenini taşıyamayan
acuzelerin kalplerine devşirdiği tesellilerin ardına düş. Hüsrana
uğrayanların en sonunda yaşayacağı pişmanlığı düşür göğsüne..
Akşam vakti erişince, ufuklara kan ağlatan vedaları taşı
yüreğine... varlık güneşin battığında seni sen eyleyecek yıldızlar
besle namazın göğünde.. Sensiz batacak güneşleri düşün. Senin
umarsızca batırdığın güneşlerin her biri, bir gün sensiz ve umarsız
batacak güneşi ateşliyor gizlice.. Bunu bil ve bil ki namazını son
namazınmış gibi kıl..
Yatsı vakti, suskunun üzerine çekilen yeni bir susku gibi geceyi
kalbinin üstüne yayar. İçinin fısıltısına yanaştırır kulaklarını.
Yüreğin boş sevdalardan boşanır. Göz kapağının tenine değdiği
titrek çizgiye doğru çekilir varlığın. Sükûnetin nabzını doldurur
gece. Varlığın kıpırtısı biter. Eşyanın kanı çekilir. Şehir yüzünü
senden çevirir. Işığın seni uzaklara dürten cezbesi söner. Yatsı
dudağını dudağına kilitler. İçinin kıpırtılarına dön yatsı vakti.
Ölümün toprağı suskular çekmeden nefesine, şimdi alıp verdiğin
her nefeste Rabbinin hatırını saydığını bil öylece yönel
O’na... Dünyaya veda vaktidir yatsı vakti. Gün gelecek,
yaşaman fazladan görülecek, ölümüne hiç kimse şaşırmayacak.
Senin için ömrün gecesi başlayacak. Zaman siyah bir tül gibi
üzerine örtülecek... Varlığının kalp atımları zayıflayacak.
Heveslerin dünyadan yüz çevirecek. Öyle bilerek var secdeye...
Benliğini sıfırla... Kaygılarının kışını erit secdenin sıcağında..