Asıl ve En Sevilene... En Sevgiliye
  Tasavvuf
 










 

Tasavvuf nedir?

Tasavvuf, İslâmî hayatı yaşama biçimi, ruh hayatı, rabbânîlik, ihsan ve tezkiye gibi isimlerle anılan bir ilim ve müessesedir. Tasavvuf, adıyla olmasa bile,muhtevâsı ve müesseseleriyle Allah Rasûlü'nün hayatında ve Kur'an'da var olan bir kurumdur. Allah Rasûlü'nün temsil ettiği "Siyâsî, ilmî ve ma'nevî" otoriteden üçüncüsünün müessese ve ilim olarak uzantısını oluşturmaktadır.

Tasavvufî hayat ferdî olarak yaşanamaz mı?
Bu soruyla iki şey kasdedilmiş olabilir. Birincisi evrad ve ezkârıyla, riyâzat ve mücâhedesiyle, seyr u sülûk ve tarikatıyla tasavvufun ferdî olarak yaşanıp yaşanamıyacağı; ikincisi kişinin kendi başına kitap ve sünnete uygun bir kulluk yapıp yapamayacağıdır. Öğrenmek başka, uygulamak ve yaşamak başka şeylerdir.

Tasavvuf öğrenileni yaşamayı fiilî olarak öğreten bir eğitim kurumudur. Eğitimde güçlü şahsiyetlerin başkalarını etkileyerek kendi boyası ile boyaması söz konusudur. Çünkü terbiye, olgunlaşmış şahsiyetlerin, insanın eksik ve ham tarafları üzerinde yaptığı olumlu etkidir.

Türkçe’deki: "Kır atın yanında duran ya huyuhran, ya suyundan" sözü bu etkileşimi gösterir. Birinci şekliyle; yani tasavvufun seyr u sülûk ve tarikatıyla ferdî olarak yaşanması mümkün değildir.Çünkü bu eğitim sisteminin amacı bir mürebbî ve mürşidi gerekli kılmaktadır. Bütün uygulamalı ilimlerde olduğu gibi tasavvufi terbiyede de üstâda ihtiyac vardır. Bu konuda Şeyh ve mürşide âid meselelerde daha ayrıntılı bilgiler verilmiştir. İkinci şekliyle; yani insanın kendi kendine kitap ve sünnete göre kulluk yapması elbette mümkündür. Eldeki yazılı bilgilerden yararlanarak insan iyi bir müslüman olabilir. Ancak birlikteliğin heyecan ve coşkusu daha farklıdır











TASAVVUF NEDİR?



Tasavvuf, ahiret hayatında saadete kavuşabilmek amacıyla, zahiri ve manevi yönden ahlâkın güzelleş-tirilmesi ve nefsin temizlenmesi hallerini içine alan manevi bir ilimdir.

Tasavvuf’u genel manada tanımlamak gerekirse:

İslam Dini'nin getirdiği hükümlerin, açık ve gizli yönleriyle birlikte, ruhsatlardan faydalanmaksızın, yani; tevillere dalmadan, dinin ölçülerini gevşetmeden, rahata ve refaha meyletmeden azimet ve takva üzere tatbik edilmesidir.

Tasavvuf, manevi bir yaşantı biçimi olduğu için ancak, bizzat içine girmek ve yaşamakla ve o halleri hissetmek suretiyle anlaşılabilir ve anlatılabilir.

Tasavvuf kitaplarında; bu hususta rastladığımız farklı anlatım ve izah tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam Alimleri, kendi ruhî-manevî derecelerine göre tasavvufu tarif ederken; bazıları bidayet (başlangıç) halleriyle, bazıları nihayet halleriyle, kimi zaman alametleriyle, kimi zaman da asıl ve esaslarına göre tarif etmişlerdir.

Ebu Muhammed el- Ceriri -rahmetullahi aleyh- e Tasavvuf’un ne olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir:

 “Tasavvuf, bütün güzel olan ahlaklarla süslenmek, bütün çirkin şeylerden de kaçınmaktır.”

Ruim ismindeki bir zat şöyle demiştir:

“Tasavvuf, Allah-u Zülcelal’in razı olduğu şeylere nefsi yönlendirmektir.”

Maruf-u Kerhi -kaddesellahu sırrahu- ise şöyle demiştir:

“Tasavvuf, gerçeklere yapışmak ve insanların elinde olan şeylerden ümidi kesmektir.”

Tasavvuf, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine sıkıca sarılıp, O’nun göstermiş olduğu dosdoğru yoldan yürümeye çalışmak ve nefsin hoşlandığı şeylerden sakınmaktır.

Tasavvuf, gizli açık her yerde Allah-u Zülcelal’den korkmaktır. Bu ise, ancak takva ve istikamet üzere olmakla gerçekleşir.

Bütün söz ve işlerinde Peygamber Efendimiz -sav-’in sünnetine uymaktır. Bu da ancak bidatlardan korunmak ve güzel ahlak sahibi olmaya çalışmakla mümkündür.

Günaha sevkeden her şeyden hem zahiri olarak hem de kalben yüz çevirmektir. Bu hal de sabır ve tevekkül etmekle gerçekleşir.

Darlıkta ve bollukta, Allah-u Zülcelal’in verdik-lerine razı olmaktır. Bu hal ise, kanaat etmek ve işleri Allah’a havale etmekle gerçekleşir.

İşte, bu tariflerden de anlaşılmaktadır ki tasavvuf, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerinin zahiri ve manevi yönleriyle birlikte yaşanmasıdır.

Her ne kadar farklı izah tarzlarıyla karşılaşsak da ifade edilmek istenen manada birleşmektedirler. Hakikatte tasavvuf; Allah-u Zülcelal'in istediği, mümin sıfatlarına bürünmek, ve Allah-u Zülcelal'in azim bir ahlak ile ahlaklandırdığı, Peygamber Efendimiz -sav-’ in ahlakı ile ahlaklanmaya çalışmaktır.

Tasavvuf, öyle bir ilimdir ki, batıl onun ne ardından gelebilir, ne de önüne geçebilir. O'nun ne önünde, ne de ardında hiç bir eğrilik yoktur. Çünkü tasavvuf, nübüvvet kandilinden alınmış bir nurdur. Nübüvvetin ötesinde ise bizim için alınacak bir nur yoktur.

 







TASAVVUFUN ORTAYA ÇIKIŞI




Tasavvuf, Peygamber Efendimiz -sav- ile birlikte gelmiştir. Çünkü Tasavvuf’un amacı, İslam dininin üç temel esasından biri olan İhsan’ı elde etmektir. Onun için Seyyid Muhammed Gamari (rh.a)’ye:

“Tasavvuf vahy-i semavi midir?” diye Tasavvuf’un kaynağı ve özü hakkında bir soru sorulduğunda şöyle demiştir:

“Peygamber Efendimiz’e -sav-vahy-i semavi nazil olduğu vakit, tasavvufta onunla beraber esas olarak kurulmuştur. Çünkü tasavvuf, şüphesiz ihsan makamıdır.”

Tasavvuf’un amelî-hali ve temel esasları itibariyle, vahyin gelişiyle birlikte, bizzat Peygamber Efendimiz -sav- tarafından hayata geçirilmiştir.

Özellikle Mekke Devri, daha çok dini-ahlakî prensiplerin yer aldığı bir rûhî olgunluk kazanma dönemi olmuş ve Sahabe-i Kiram; bu usûl üzere, bütün ümmetin Mürşid-i Kamil'i, Peygamber Efendimiz -sav- tarafından yetiştirilmiştir.

O dönemde Tasavvuf, Fıkıh, Tefsir, Akaid ve Hadis ilmi gibi ilim dalları, esasları itibariyle; Peygamber Efendimiz -sav- zamanında mevcut olmakla beraber, henüz ihtiyaç hissedilmediğinden kitap haline getirilmemiş, düzenli birer ilim dalı olarak ortaya konulmamıştır.

Çünkü Sahabe-i Kiram zamanında buna ihtiyaç yoktu. Sahabe-i Kiram Peygamber Efendimiz -sav-’in onları her yönden yetiştirmesi sebebiyle, takva ve vera ehli idiler.

Yani, yukarıda Tasavvuf’un tarifini yaparken anlattığımız, ruhsatlardan faydalanmaksızın ve tüm şüpheli olan şeylerden kaçınarak  azimet ve takva üzere İslam’ın emir ve yasaklarını yaşıyorlardı.

Tasavvuf’un gaye olarak kendisine belirlediği ihsan halini, bizzat Rasullullah -sav- ile birlikte yaşamaktaydılar. Bu yaşantı biçimini onlardan sonra gelen tâbiin onları örnek alarak yaşamış ve onlardan sonra gelen insanlarda tâbiini örnek alarak bu yaşam biçimini hayatlarına tatbik etmeye çalışmışlar.

Tasavvuf ve diğer İslami ilimlerin bir ihtiyaç haline gelmesi, Sahabe-i Kiram ve Tabin'den sonraki dönemlerde, dinin aslından uzaklaşılması sebebiyledir. Rasûlüllah -sav-'in tebliğ ettiği hakikî din nuru gizlenip, itikatta sapıklıklar, fikirler arasında ihtilaf vaki olmaya başlayıp, cehalet insanlara galebe çalınca; eski adet, gelenek ve görenekleri ibadetlerle karışır, bazen de onların yerini alır hale gelmişti.

İnsanların kendi hak bildiği yolda gitmeye ve dünyaya çokça meyletmeye başladığında; dini hükümler ve kurallar, esasları yönünden ikinci plana itilerek, ayetler ve hadisler siyasi veya şahsi amaçlarla indî yorumlara tabi tutulmaya başlanmıştı.

Bu dönemlerde yalnız bir topluluk, salih ameller işlemek, ıssız yerlerde uzlete çekilerek zikir ve ibadetle uğraşmak yolunu seçti.

Sonraları bu insanlar kulluk mücadelelerini daha sistemli bir şekilde sürdürmeye koyuldular.

Ne zamanki ilimler gönüllerden satırlara intikal ederek, fıkıh, kelam, tefsir, hadis vb. diğer ilimler yazılarak kitap haline getirildi. Tasavvuf yoluna mensup kimselerde kendi usüllerine dair eserler meydana getirdiler.

İşte tasavvuf ilmi böyle bir ortamda, önceleri ıssız yerlerde uzlete çekilerek zikir ve ibadetle uğraşmak yolunu seçen Evliyaullah'ın sözleri ve hallerinin anlatımından ibaretken; sonraları Cüneyd Bağdadî (ks) (ölm. 279/908) gibi zatlarında eser vermesiyle düzenli bir ilim haline gelmeye başladı.

Aslında, zâhir ilimlerde eser verilmesi bir ilmin olgunluğuna delil olabilmekteyse de, tasavvuf ilmi gibi manevi bir sahada asıl delil, yine tasavvuf üstatlarının kendi hal ve idrakleridir, kavrayışlarıdır.

Yani, nasıl Fıkıh sahasında; Kur'an-ı Kerim ve Hadis'ten sonra fakih alimlerin ilmî mülahaza ve görüşleri, bizim için amel yapılabilecek sağlam bir görüş oluşturuyor ve onların bu zahiri içtihatlarına tabi oluyorsak; aynı şekilde manevî-ruhî hayatımızda da esası Kur'an ve Sünnet'le sabit olan, zikir, fikir, nefis tezkiye ve muhasebesi, rabıta, hatme (zikir meclisi) gibi batınî meselelerde de manevî görüş ve içtihat sahibi olan tasavvuf büyüklerine, Mürşid-i Kamil’lere tabi olmalı, onları taklit etmeliyiz.

 

 





Tasavvufun mertebeleri nelerdir?


Tasavvufun tahalluk ve tahakkuk olmak üzere iki mertebesi; yani boyutu vardır. Tahalluk, tasavvufun eğitim boyutudur. Tasavvufi hayat, tarikat, manevi makamlar, seyr u sülûk ve âdâb gibi konuları kapsar. Tahakkuk ise tasavvufun ma'rifet, işâret ve bilgi boyutudur. Bu da insanın ma'nevî eğitim sayesinde ahlâk ve takvâ açısından yükselişi ve Allah'a yaklaşması sonucu kâinattaki bazı ilâhî sırlara âid elde ettiği bilgilerdir.

Nitekim Kur'an'daki: "Allah'tan korkun Allah size öğretsin." (el-Bakara, 2/282) âyeti takvânın bir takım manevî bilgilere erme vesilesi olduğuna işaret etmektedir. Bir kudsî hadisteki: "Kulum bana nâfilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta ben onu severim. Ben onu sevince de gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı... olurum" (Buhârî, Rikak, 3 ibâreleri, kulluk ve nâfile ibâdet ile insanın kâinâttaki ilâhî kudretin etkisini anlamaya başlayacağını anlatmaktadır. Aslında ehl-i sünnet inancına göre bütün insanların fiillerinin gerçek mutasarrıf ve hâlıkı Allah’tır. Ancak insanlar gözlerindeki dünya ve mâsivâ perdesi sebebiyle bunu görememektedir.Yani bir başka ifade ile herkesin gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı Allah’tır. Çünkü bütün fiillerde yaratıcı O’dur. İnsanlar bu gerçeği nâfileibâdetlerle Hakk’ın sevgilisi olacak konuma geldikleri zaman farkedebilirler. Kur’an’da Allah’ın, kulların fiillerini kendine izâfe etmesi bundandır.

Nitekim "Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı." (el-Enfâl, 8/17) "Bildikleriyle amel edene Allah bilmediklerini öğretir." (Hilyetü’l-evliyâ, X, 15) hadisinde de aynı konuya işâret edilmektedir. Tasavvufun bu iki özellği tasavvufî hayat ve tasavvufî düşünce olmak üzere iki mertebenin meydana gelmesini sağlamıştır. Bunların ikisi de birbirine bağlı olmakla birlikte aslolan kulluğa yardımcı tasavvufî hayattır.

 

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı! Web Design By Şerife Çakır 2008  
 
tracker Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol